Saturday 15 August 2009

ada vapuru


"bozcaada'nin diger adinin tenedos oldugunu yeni ogrendim, unutmaktan korkuyorum" diyen kadinin en cok nesine sinir oldum bilemedim. tiz sesine olabilir, bu sesine verdigi "yeni ogrendim ama bunu yeri geldiginde satmasini cok iyi bilecek bir bilinc düzeyindeyim" tonu olabilir ya da kot sortunun icine soktugu t-shirtünün üstünden bütün cigligi ile gözüme soktugu free-bag'i olabilir, ki yetkim olsa kullanimini yasaklayacagim 3 seyden biri olurdu free-bag'ler; askisiz elbiseler ve kemere takilan cep telefonu kiliflari ile birlikte.

bozcaada son zamanlardaki tatil gözdemiz ama dana’miz dogmadan da 1 kere gelmis ve kosarak kacmisligimizda yok degildir. ilk odamiz bir ciftlik organizasyonu icerisinde bize layik görülen bir cati kati idi; hem de diger normal odalarla ayni fiyata. bak bak bak. ertesi gün cikmistik odamizi degistiremeyeceklerini söylediklerinde. daha sonra limana (liman? düzeltiyorum iskeleye) yakin, ada icin lüx sayilabilecek bir otele gecmistik. ancak gecenin 2si miydi, 3ü müydü hatirlamiyorum, oteli su basma riskini de göze alarak insiyatifimi kullanmis ve deli gibi calisan su motorunu kapatmistim. otel lan orasi, yoksa gider bi vidanjörün yaninda uyurum...

bu basarisiz tecrübeden sonra tabii ki tekrar gidisim kralice'm sayesinde oldu. cunku o kafaya takmisti bir kere ve benim de bu ilahi karara karsi cikma sansim pek yoktu. iyi ki de yoktu. cunku son 2 senenin en guzel dinlenmelerini bozcaada'da yasiyoruz.

kahvaltidan sonra 10-11 gibi arabayla ayazma'ya akiyoruz, vahit'in yeri mevkînde bir yere park edip sahile geciyoruz ve günes 'cilt kanseri' seviyesine gelene kadar semsiye alti, deniz kenari arasinda eyliyoruz kendimizi. konuslandigimiz yer hem cig böreklere yakinligi hem de sezlongcularin para toplamaya öbür köseden baslamalari sebebiyle acayip stratejik bir noktada. with other words; sezlongcular bizim oralara para toplamaya geldiklerinde biz coktan vahit'e cig börek, gözleme, manti, allah ne verdiyse yemeye gecmis oluyoruz. eger aclik daha dayanilir seviyedeyse bu gecis sehir (sehir? düzeltiyorum ada) meydanina kadar uzuyor. uzuyor ki hafiz'in veya yusuf yerin'de kuru fasulye, pilav, izmir köfte, kuru köfte, pismekten ve beklemekten kemige lütfen bagli kalmis etleriyle tavuk budu, tabii ki patlican (musakka, kizartma, karni yarik, … adini sen koy artik), cacik, coban salata, arnavut cigeri, gerekli yerlere eklenen sarimsak ve benzerlerinin ‘n’ farkli kombinasyonundan olusan yemeklerimizi yiyip ic huzuruyla odamiza geri dönüp ailece serbest zamanimizi yasayalim.

ögle uykusu yasindayken danamiz, hepimiz uyuyorduk kapilar pencereler acik, püfür püfür. bu sene resim yapmaya, spiderman ve ben10 kitaplari okumaya (okumaya? düzeltiyorum bakmaya) ve tabii ki basta ambilanslari, arabalariyla oynamaya verdi kendini. ben direkt anne de kitap gazete allah ne verdiyse okuyarak uyumaya devam.
5 gibi uyananlar kendine geldikten sonra 2. harekat basliyor sahile. yine ayazma yine vahit'in oralar ama bu sefer termos'da sicak su, 2 poset cay, dana'nin cizi'si, meyveler, kekler, vs. de bizimle gelmekte cok israrcilar. e bizde “hayir” demiyoruz dogal olarak. '3.derece yanik' esiginden dönmüs olan günes, sabah degdigi yerleri tatli tatli sizlatirken denize girip, kiyida camurdan kuleler yapmak, bizle gelen israrci arkadaslari yemek, icmek yaklasik 2 saatimizi aliyor. günes tepenin ardinda kayboldugunda biz de ekipmani toplayip eve dönüyor oluyoruz. dus (bu seneki evde calismiyordu biz de kovadan taslama yöntemiyle hallettik isimizi) seansindan sonra aksam yemegi yeniliyor tabii ki. sahildeki mekanlarda balik olur, meydandaki ev yemekcileri olur, her ikisinin arasindaki turkish fast-food diyebilecegim yerler olabilir ama kilise civarindaki fancy yerler olmaz, olamaz. bozcaada'ya feslegenli taglietelli veya ispanak yataginda mozarellali dana bulyon yemeye gelmedigim cok net. tavsan yahni satiyordu bir yer. gelmesinler bana bunlarla.
yemegi de icra ettikten sonra cay-kahve-dadli-tabakta dondurma sünnetini de eda edip günü bitiriyoruz. bunlar icin yine meydandaki cay bahcelerinin arka masalarini (cunku dev tvler mutlaka acik oluyor ve insanlar bir sekilde ne varsa izliyorlar cay, kahve, cekirdek, findik, fistik esliginde. enteresan) veya kas'daki mavi bari animsatan, daha cafesel yaklasimlari olan polente'yi tercih ediyoruz.

yukaridaki tüm aksiyonlar esnasinda eksik olan bir sey var ki, iste onun yoklugu beni cok mutlu etmekte bozcaada'da: ses!

ne sahilde, ne meydanda, ne balikcilarda müzik sesi yok kulaklari tirmalayan. hande yener, serdar ortac, ibrahim tatlises yasamiyor bozcaada icin. merkezdeki daracik yollarda ozellikle vapurun gelmesiyle birlikte trafik sikisinca bile korna calmiyor kimse. su an fark ettim ki kavga eden birilerine de rastlamadim gecen süre zarfinda; sanirim lost'daki gibi bir efekt bu; insanlar sakinlesiyor bozcaada'da. belki de uzakligi, ulasimindaki zorluk, soguk denizi (kac kere ayagimi hissetmedim kardesim o ne soguk öyle) klasik türk turistini cezbetmedigi icin belki de böylesine sakin, dingin ve sevilesi. böyle devam etse ne hos olur. yine gelcek ben!
bu ilk yazim olsun adalar icin. söz daha yazicam.

eeee bülbülü de altin kafese koymuslar "4 yani su ile cevrili kara parcalarina ada" denir demis.

1 comment:

Memo said...

nefis ya! butun hikayelerin merkezi yemek! hahaahahh
Ne kadar ozledigimi anliyorum okudukca o ayri...