Saturday 19 September 2009
Çeşitli Düşünceler
Saturday 15 August 2009
ada vapuru
"bozcaada'nin diger adinin tenedos oldugunu yeni ogrendim, unutmaktan korkuyorum" diyen kadinin en cok nesine sinir oldum bilemedim. tiz sesine olabilir, bu sesine verdigi "yeni ogrendim ama bunu yeri geldiginde satmasini cok iyi bilecek bir bilinc düzeyindeyim" tonu olabilir ya da kot sortunun icine soktugu t-shirtünün üstünden bütün cigligi ile gözüme soktugu free-bag'i olabilir, ki yetkim olsa kullanimini yasaklayacagim 3 seyden biri olurdu free-bag'ler; askisiz elbiseler ve kemere takilan cep telefonu kiliflari ile birlikte.
bozcaada son zamanlardaki tatil gözdemiz ama dana’miz dogmadan da 1 kere gelmis ve kosarak kacmisligimizda yok degildir. ilk odamiz bir ciftlik organizasyonu icerisinde bize layik görülen bir cati kati idi; hem de diger normal odalarla ayni fiyata. bak bak bak. ertesi gün cikmistik odamizi degistiremeyeceklerini söylediklerinde. daha sonra limana (liman? düzeltiyorum iskeleye) yakin, ada icin lüx sayilabilecek bir otele gecmistik. ancak gecenin 2si miydi, 3ü müydü hatirlamiyorum, oteli su basma riskini de göze alarak insiyatifimi kullanmis ve deli gibi calisan su motorunu kapatmistim. otel lan orasi, yoksa gider bi vidanjörün yaninda uyurum...
bu basarisiz tecrübeden sonra tabii ki tekrar gidisim kralice'm sayesinde oldu. cunku o kafaya takmisti bir kere ve benim de bu ilahi karara karsi cikma sansim pek yoktu. iyi ki de yoktu. cunku son 2 senenin en guzel dinlenmelerini bozcaada'da yasiyoruz.
kahvaltidan sonra 10-11 gibi arabayla ayazma'ya akiyoruz, vahit'in yeri mevkînde bir yere park edip sahile geciyoruz ve günes 'cilt kanseri' seviyesine gelene kadar semsiye alti, deniz kenari arasinda eyliyoruz kendimizi. konuslandigimiz yer hem cig böreklere yakinligi hem de sezlongcularin para toplamaya öbür köseden baslamalari sebebiyle acayip stratejik bir noktada. with other words; sezlongcular bizim oralara para toplamaya geldiklerinde biz coktan vahit'e cig börek, gözleme, manti, allah ne verdiyse yemeye gecmis oluyoruz. eger aclik daha dayanilir seviyedeyse bu gecis sehir (sehir? düzeltiyorum ada) meydanina kadar uzuyor. uzuyor ki hafiz'in veya yusuf yerin'de kuru fasulye, pilav, izmir köfte, kuru köfte, pismekten ve beklemekten kemige lütfen bagli kalmis etleriyle tavuk budu, tabii ki patlican (musakka, kizartma, karni yarik, … adini sen koy artik), cacik, coban salata, arnavut cigeri, gerekli yerlere eklenen sarimsak ve benzerlerinin ‘n’ farkli kombinasyonundan olusan yemeklerimizi yiyip ic huzuruyla odamiza geri dönüp ailece serbest zamanimizi yasayalim.
ögle uykusu yasindayken danamiz, hepimiz uyuyorduk kapilar pencereler acik, püfür püfür. bu sene resim yapmaya, spiderman ve ben10 kitaplari okumaya (okumaya? düzeltiyorum bakmaya) ve tabii ki basta ambilanslari, arabalariyla oynamaya verdi kendini. ben direkt anne de kitap gazete allah ne verdiyse okuyarak uyumaya devam.
5 gibi uyananlar kendine geldikten sonra 2. harekat basliyor sahile. yine ayazma yine vahit'in oralar ama bu sefer termos'da sicak su, 2 poset cay, dana'nin cizi'si, meyveler, kekler, vs. de bizimle gelmekte cok israrcilar. e bizde “hayir” demiyoruz dogal olarak. '3.derece yanik' esiginden dönmüs olan günes, sabah degdigi yerleri tatli tatli sizlatirken denize girip, kiyida camurdan kuleler yapmak, bizle gelen israrci arkadaslari yemek, icmek yaklasik 2 saatimizi aliyor. günes tepenin ardinda kayboldugunda biz de ekipmani toplayip eve dönüyor oluyoruz. dus (bu seneki evde calismiyordu biz de kovadan taslama yöntemiyle hallettik isimizi) seansindan sonra aksam yemegi yeniliyor tabii ki. sahildeki mekanlarda balik olur, meydandaki ev yemekcileri olur, her ikisinin arasindaki turkish fast-food diyebilecegim yerler olabilir ama kilise civarindaki fancy yerler olmaz, olamaz. bozcaada'ya feslegenli taglietelli veya ispanak yataginda mozarellali dana bulyon yemeye gelmedigim cok net. tavsan yahni satiyordu bir yer. gelmesinler bana bunlarla.
yemegi de icra ettikten sonra cay-kahve-dadli-tabakta dondurma sünnetini de eda edip günü bitiriyoruz. bunlar icin yine meydandaki cay bahcelerinin arka masalarini (cunku dev tvler mutlaka acik oluyor ve insanlar bir sekilde ne varsa izliyorlar cay, kahve, cekirdek, findik, fistik esliginde. enteresan) veya kas'daki mavi bari animsatan, daha cafesel yaklasimlari olan polente'yi tercih ediyoruz.
yukaridaki tüm aksiyonlar esnasinda eksik olan bir sey var ki, iste onun yoklugu beni cok mutlu etmekte bozcaada'da: ses!
ne sahilde, ne meydanda, ne balikcilarda müzik sesi yok kulaklari tirmalayan. hande yener, serdar ortac, ibrahim tatlises yasamiyor bozcaada icin. merkezdeki daracik yollarda ozellikle vapurun gelmesiyle birlikte trafik sikisinca bile korna calmiyor kimse. su an fark ettim ki kavga eden birilerine de rastlamadim gecen süre zarfinda; sanirim lost'daki gibi bir efekt bu; insanlar sakinlesiyor bozcaada'da. belki de uzakligi, ulasimindaki zorluk, soguk denizi (kac kere ayagimi hissetmedim kardesim o ne soguk öyle) klasik türk turistini cezbetmedigi icin belki de böylesine sakin, dingin ve sevilesi. böyle devam etse ne hos olur. yine gelcek ben!
bu ilk yazim olsun adalar icin. söz daha yazicam.
eeee bülbülü de altin kafese koymuslar "4 yani su ile cevrili kara parcalarina ada" denir demis.
Monday 10 August 2009
Rabia Kadeer, İki Çizgi ve Acil Servis
Rabia Kadeer, Uygur müslümanlarının Çin rejiminden ciddi baskılar (hapis, işkence, tehdit, yakınlarının korkutulması vb) görmüş, ve ancak susması koşulu ile ülke dışında yaşamasına izin verilmiş bir üyesi ya da daha doğrusu bir aktivist. Kendisi tabi ülke dışına çıkınca susmamış. Çin hükümeti de Rabia nın yakınlarına baskı uygulamış, hatta televizyondan Rabia nın yakınları onu denounce etmişler (denounce etmenin Türkçesi reddetmek midir?) Neyse bütün bunlar onu yıldırmamış ve baskı rejimine karşı ülke dışından elinden geleni yapmış. Daha sonra da Avustralyalı yapımcı Jeff Daniels (komik isim benzerlikleri) onunla bir araya gelmiş ve 10 Conditions of Love adlı 54 dakikalık belgesel ortaya çıkmış.
Friday 7 August 2009
The White Ribbon
Sunday 2 August 2009
Skirt Day, Amreeka ve Mommo
Skirt Day
Friday 31 July 2009
MIFF
Wednesday 8 July 2009
itvitre'den gecerken
ne soguk, ne sicak,
ne serin, ne ilik
maslak sanayi’de hemsin (sofrasi) denen mekandaydim.
burasini sevmemin pekcok sebebi var. benim gibi ortanin üstü sinif calisanlar, cokuluslu bankalarin istanbul hq’daki yöneticileri, ntv’nin spikerleri, sanayideki kaportaci usta, o ustanin arabasini tamir ettigi mafya kilikli, siyah gözlüklü abiler birbirlerine dokunmadan, garsonlarla sakalasarak, büyük bir uyum icinde yerler yemeklerini, bu esitlik bana camideymisiz hissini verir niyeyse; hani orada da herkes aynidir ya allah katinda. o hesap…. bir de gördügüm en medeni hesap süreci burada calisir. önce gider yemekleri görürsünüz, gerekirse ascidan aciklamalari alirsiniz, yerinize oturur siparisinizi verirsiniz, en sonunda da kalkip kasaya gider ne yediginizi bir bir siralar, beyaz paket kagidinin üzerinde, sizden öncekilerin yaninda hesaplanmis olan borcunuzu öder cikarsiniz. tamamen sizin beyaninizdir hesabiniz, vicdaniniza ve hafizaniza birakilmistir. o kadar esnek kullanilir ki bu sürec, baktiniz cok kuyruk var ama vaktiniz az, bir daha ki gelisinizde ödemek üzere o gün pas gecersiniz hesap ödemeyi, kimse de pesinize düsmez "hayirdir kardes, hesap??" diye.
cok uzun bir süredir gidememis olmanin verdigi heyecan da vardi icimde, hayalini kurdugum kuru-pilav-ciger uclusunun tadi da damagimda. malum eskiden günlük, siradan olan seyler artik son zerresine kadar damitilmasi gereken aktivitelere dönüsüyorlar yurtdisinda yasayinca.
yukaridaki menümü cacik ile tacladirmis, dünyada benden daha mutlu biri olabilecegini düsünmezken gozum karsi masadaki sepetten bana bakan „köse ekmek“e takildi.
kücüklügümden beri ekmeklerin bu baslangic ve bitis noktalarina ayri bir zaafiyetim vardir; öyle ki ekmegin ucunu kesip icine peynir-domates-biber konarak yaptigimiz sandvicin adi „köse“dir bizim aile literatüründe. bir keresinde halamin gelinine „bana köse yapar misin?“ diye sormustum, o da bana uzun süre bos, anlamak isteyen gözlerle bakmisti. olsun, o da ögrendi ama sonunda.
garsondan sepeti isterken hic gerek yokken “canim kose yemek istedi de” gibi bir aciklama yapiverdim. yapmamla birlikte “abi seviyorsan ben sana getireyim daha ” dedi ve 6 adet ekmek kösesi ile geri geldi. 3ünü yedim ve artik daha mutluydum.
farzedelim ki ayni boyutlarda bir ekmek basel'deki rest.da da cikiyor ve sen yemegini yerken onu da gormus olasin;
1- garson ile yemek esnasinda temas kurman cok zor. yani sen siparisi verdin o da getirdi. step by step yaklasimi ile yemegin sonuna dogru yalandan bir "ish guet zi?" diyecek ve sen hesabi isteyene kadar ortadan kaybolacak. arada bir sey istemen zor.
2- diyelim ki bi sekilde temas kurdun adama akici almancan ile "bana ekmegin kosesini" getir dedin. herif ekmegin kosesinin ne demek oldugunu literaturde anlasa bile fiziksel olarak anlamayacak. seni kanirtacak.
3- hadi oldu ya herife tarif ettin ve herif anladi, o da sana "ekmegi komple getirebilirim, size ozel olarak parca parca ya da sadece koselerini sunamam" diyecek
4- sen herife "ya kardesim parasi neyse ben vericem. ordan bana 6 tane ekmek satin al. koselerini kes bana getir gerisini ne bok yersen ye" dersen buyuk ihtimalle ya psikolojik rahatsiz muamelesi goreceksin ya da suratina aptal aptal bakacak.
sonucta yukaridaki stepler bitene kadar ne onunde yemek ne de sende istah kalacak. burnundan gelecek.
hemen sonrasinda E skoru 2-0a getirdi:
zaten B olayi gayet net aciklamis. hatta bu olay degil basel , isvicre'nin her kantonunda (fransiz ve italyan dahil olur). yukaridaki fiktif ornege, asagida -hem de italyan kanton ticino'da yasanmis iki gercek ornek eklenebilir:
- B'in otobandaki dinlenme tesisinde, parmakla gosterip hem de "crem caramel" dedigi halde, kadinin israrla karamelli dondurma vermesi
- C ile dondurma alirken, o’nun "cikolata ve cilek" demesi, benim de " aynisi arti pistachhio" demem ve herifin bana sadece pistacchio vermesi (bu benim essekligim kabul ediyorum. mado mu lan bu? yok aynisiymis da..adam gibi say hepsini)
ha bir de bu ulkede bi hizmet ya verilemez, ya da istemedigin halde yardimci olmaya calisip vaktini alirlar o da ayri mesele.
dun bahnhof eczane'deyiz. su benim horlama ilacimdan istedim. her gittigimde iki tane aliyorum ki yedek bulunsun. yoksa cok da onemli degil. dun kadindan iki tane istedim.
bi geldi:
eczaci: malesef bi tane var.
ben : tamam, sorun degil
ecz: isterseniz siparis vereyim.
ben: yok sorun degil. zaten bi kutu bir ay yetiyor. acelesi yok. (ulan al hesabimi da gideyim)
yaklasik 5 dakka bilgisayarda biseye bakar, oteki kasaya gider, gelir.ve 5 dakika sonra
ecz: eger biraz beklerseniz depoya ineyim bir bakayim belki vardir.
ben. yok tesekkurler. bir tane isimi gorur.
ulan arkada sira oldu. belki hayati bir ilac bekleyen bir var. benim horultu ilacim icin kadin dakikalarini harcadi, hem de ben istemedigim ve istemedigimi belirttigim halde.
bülbülü altin kafese koymuslar „hem aglarim, hem giderim“ demis.
sairimize kulak vererek; bis dann…
Bakiyorum Isviçreye vagonumdan,
Sehirleri cansikici olmali
belki sanatoryomlari eglencelidir.
Yasamak ister miydim
su gördügüm yerlerde
su saygideger adamlarin arasinda
Doksanimdan sonra belki...
Belki kiskandigimdan
Kanli çölün ortasindaki küçük bahçeyi
Tuesday 7 July 2009
itvitre
bir kac ay önce.
basel’deki bir ya da ikinci ayim. yine böyle bir aksam. yine televizyon acik.
aslinda televizyon cocuklugumdan beri acik. ilkokula giderken kucagimda yastik, yastigin uzerinde kenarlari kalkmis kareli harita metodum bir yandan ödev yapip bir yandan dallas seyrederdim; bi keresinde lucy’nin askili elbisesi düsmüstü de „memisleri göründü mü görünmedi mi“ diye olay olmustu. en azindan benim icin.
o zaman kis ama, kapi pencere kapali, simdiki gibi once 32 derecede yakip sonra sakir sakir yagmurda serinletmiyor; sabit 0 derece; „buz“ gibi. tek kisilik yatak + minimum yasamsal manevraya izin veren büyüklükteki otel odamda esyalarimi topluyorum, yarin yine istanbul’a ucucam, ucak vaktinde varirsa, yol da acik olursa dana’m uyumadan eve varicam ve o’na masal anlaticam. söyle dialekt olmayan bi almanca kanal bulsam da o söylese ben dinlesem, o anlatsa ben toplansam. ahan da sf2’de hayvanli bir haber program, bu kalsin ben isime bakayim. hem de kaplan konulu.
daha yeni ögrenmisim afrika’da kaplan yasamadigini, kaplanlarin asya’da yasadigini. leyla gencer’in öldügünü duydugumdaki kadar sasirmistim. cünkü ben leyla gencer’i already ölü biliyordum. cünkü diyordum, adina ödüller veriliyor, geceler düzenleniyor ama o ödül vermeye gelmiyor; demek ki ölmüs olmali. oha be kardesim, harbiden oha. ama ne yapayim öyle iste. bundan 4 ay öncesine kadar benim icin kaplanlar afrika’da da yasiyorlardi, leyla gencer de coktaan ölmüstü.
gercek bir adi vardi erkek olaninin ama simdi hatirlayamadigimdan ben romeo diyecegim. zürih hayvanat bahcesinde yasarmis, mutsuzmus. nesesi yerine gelsin, havasini bulsun diye pilsen hayvanat bahcesinden jülyet’i (tahmin edildigi gibi, onun da gercek ismini hatirlamiyorum) getirmisler;
bilindigi gibi pilsen cek cumhuriyetinde bir sehir. adindan anlasilabilecegi gibi de pilsen tipi biranin cikis yeri. 96’da birilerinden kisibasina bira tuketim rakaminin en yuksek oldugu ülkenin cek cumhuriyeti oldugunu duymustum. amacim bir gun oraya gidip, agzimi meydandaki bira cesmesine dayayip kana kana bira icmek.
romeo’nun yarisindan biraz büyükce, görece citir bir kaplan bacimiz.
kirlileri katladim, alt tarafin dogru sikistirdim. aman neyse hediyeler falan guzelce sigdilar bavula da yanima alabilecegim, bir de istanbul’da onu bekleyerek vakit kaybetmeyecegim.
e dogru tabii, ne olur ne olmaz diye romeo ve jülyet’i bir süre birbirine komsu ama tel örgü ile ayrilmis bir sekilde birbirlerine alistirmislar, ki ne de olsa vahsi dogalari geregi birbirlerine zarar vermesinler. gercekten de alismis görünüyorlar, yanyana yürüyorlar, birbirlerini kokluyorlar, dis gösteriyorlar vs. yani gercek bulusmaya hazirlar. e hadi o zaman kaldiralim tel örgüyü gönüller bir olsun. romeo artik abazanligindan mi yoksa vahsi dogasi geregi mi bilinmez biraz saldirgan. ama tel örgüyü düsünen, buna da bir kontrol mekanizmasi kurmustur. ki spiker de bundan bahsediyo. ama bu arada romeo jülyet’i isiriyor, eziyor, penceliyor, tekrar isiriyor, ilerdeki su birikintisine götürüyor. suya sokup üstüne cikiyor, isiriyor, penceliyor. hala kontrol mekanizmasi devreye girmis degil. hala sogukkanli ve „b plansiz“ isvicre’liler olayi seyrediyorlar. romeo tam gaz. sanki zürih’de degil de asya’da balta girmemis ormanlarda rakibini alt etmeye calisiyor. lan bayana öyle mi davranilir daha demincek koklasan sen degil miydin? diye düsünüyorum, bir yandan da yeter artik uyusturucu tüfekle vursunlar sunu da jülyet’cik bi rahatlasin, kurtulsun diyorum icimden. o esnada, benden farklari olayi televizyondan degil de yerinden izlemek olan hayvanat bahcesi görevlileri, hayvan uzmanlari, hayvan psikologlari, hayvan herseyleri arasinda bir hareketlenme oluyor. tamam iste tüfek cikacak, mertlik bozulsa da zavalli jülyetcik kurtulacak diye seviniyorum. e o ne peki? bahce hortumundan hallice bir sey ile su sikiyorlar birbirine girmis hayvanlara. romeo söyle bi kafayi kaldiriyo „n’oluyo a.k. yine mi yagmur yagiyo?“ tadinda bakiyor, jülyeti tacize devam ediyor suyun icinde. neyse bir süre daha böyle devam ediyor „liebesspiel“imiz ve bir sekilde romeo yoluna gidiyor, jülyetcik sirilsiklam, bitkin uzaklasiyor ortamdan. tam kalkip disimi fircalayacagim, ekrana ciddiliginde gram degisiklik olmayan uzmanimiz geliyor. ekranin sag üst kisminda kafasi, eller göbekte birlesmis, sol alt tarafta normal karakterlerle adi, hemen altinda da italic karakterlerle unvani yaziyor. ve uzmanimiz ciddiliginde gram degisiklik olmadan „cigerine kacan sulardan dolayi jülyet’i bir süre sonra kaybettik“ gibisinden bir seyler diyor, haber program baska bir konuya geciyor. e oldu mu simdi? ne dediniz simdi pilsen’deki arkadaslara. nereden bulacaklar simdi yeni bir kaplani (tabii ki afrika’dan degil!)? gerci tahminim onlar da sasirmamis ve tevekkülle karsilamislardir ama ben cok üzüldüm jülyet’e. gitti güzelim kaplan basiretsiz isvicre’liler yüzünden. olayimiz hakkinda biraz daha detay ve gercek isimler icin: http://www.20min.ch/tools/suchen/story/28628797
anlasilan ben buralari anlaticam biraz daha.
eeee bülbülü altin kafese koymuslar „alismadik g.tte don durmaz“ demis.
bis dann.
© itvitre kelimesinin fikir anasi fütun’a saygilarimlan
Friday 19 June 2009
Damgalar ve Köhne Koridorlar
Anlatacak olay bugün yaşandı. Efendim, bizim vize yenileme vaktimiz gelmiş idi, nitekim belgeler hazırlandı, dün başvuruya yollandı. Hayda, bir de geri iade edilmesin mi. Meğersem cumartesi girişte damga vuran memur (ki rastladığım ilk Rus erkek pasaport görevlisiydi, zaten gözüm tutmamıştı) aşık mıdır nedir, 13'ü yerine 23'ünün damgasını vurmuş. Bu hatayı yakalayan bilmemne departmanı görevlisi de tarihlerde tutarsızlık var diye belgeleri geri yolladı.
Bu durumda biz de elimiz mahkum havaalanına yollandık durumu düzeltelim diye. Orada yaşadıklarımız pişmiş tavuğun başına gelmemiştir diyemesem de oldıkça tuhaf durumların bizi beklediğinden habersizdik giderken. Konu açık değil mi, yanlış tarih vurulduğu net (çünkü hala yaşanmamış bir tarih) ve düzeltmek çok zor olmamalı. Yok, Rus bürokrasisinde kazın ayağı öyle değil işte.
Önce muhattap bulmakta zorlandık bir süre. Pinpon topu gibi ordan oraya pasladılar bizi havaalanının içinde. Belki altı kişiye falan derdimizi anlatmak zorunda kaldık. İyi ki akıllıca bir hamleyle tercüman almışımız yanımıza. Sonunda nedense yolcuları kandırmaya yönelik bir oyunun hain tuzaklarını aşarak 'ilk yardım' yazan bir kapıdan girince koridorlardan oluşan yepyeni bir dünya açıldı önümüze. Alis'in harikalar diyarının kapılarının sonuncusunda çok ciddi yazılar ve bir zil ile kamera vardı. İşte o zili çalıp sihirli kelimeleri söyleyince önce saniyesinde azarı işittik geç geldik diye (hemen farkedip gelecekmişmişiz). Ulan hatayı yapan onlar, azarı ben yiyorum. Rusyaaaaaa.
Neyse bir süre bekledikten sonra aksi suratlı muhatabımız çıktı karşımıza. Hadi bir azar da ondan. Sonra pasaportlarla kayboldu. Koridorda ayakta bekliyoruz. Eleman 5-10 dakika sonra döndü diyor ki damgalar memurların kendilerine zimmetli, bu damga ve bu memur bugün yok, yarın var, yarın geleceksiz başka yolu yok. Ya olur mu falan diyince bir de yine niye geç geldiniz falan demeye kalkınca ben koptum. Hata benim değil, onlar yüzünden işimi gücümü bırakıp kalkmış havaalanına gelmişim, hem suçlu muamelesi görüyorum, hem de bunu yarın tekrar yapacağım. Başkadım verip veriştirmeye. Herif hiç oralı olmadı gibi göründü sonra kayboldu yine. Koridorda ayakta beklemeye devam. Sonunda geldi dedi ki damga yolda geliyor bekleyin. Allah Allah. Tam Türkiye muhabbeti, pısarsan sıçtın, üste çıkarsan muzaffersin. Bir süre daha koridorda bekle, sonra neyse nazik bir kadın memur geldi, hem özür diledi, hem açıklama yaptı, telefonumuzu aldı, siz oturun bir yerde dedi.
Sonuçta oturduk, bizim gerizekalı memurun damgayla beraber gelmesini yarım saat 45 dakika bekledik, vurdurduk damgaları döndük. Şahane di mi?
Saturday 13 June 2009
Çeşitli
Thursday 4 June 2009
Brisbane
Tuesday 26 May 2009
Hırsız Var!
Bundan alınacak dersler:
Wednesday 20 May 2009
Ben Olsam
Bir kere haftada bir girdi oluyor. Devamlılık yok. Sonra çok şizofren, herkes ayrı telden çalıyor. O esasen kötü bir şey değil ama ilk bakışta yazarın kim olduğu belli olmadığı için afallatıyor. Ben bile ilk girdilerden birini çok uzun süre başkasının sandım. Rusya'daki araba parklarını Koray'ın koyduğunu sananlar var. Sanırım tüm girdilerin Koray'ın olduğunu sananlar var.
Ama öte yandan güldürürken düşündürüyoruz. Bir nevi Levent Kırca misyonu. Arada bir bakmaya değebiliriz. Bizden vazgeçmeyin sevgili okur!
Tuesday 19 May 2009
Kaç kişiyiz?
Sunday 17 May 2009
Spor, Spor için midir?
Friday 15 May 2009
Turkish Back
Bu Avustralya da Turkish Back denilen bişi var, deyim gibi birşey. Zamanında buraya yerleşmiş bir takım insanların ve ama özellikle Türklerin başvurduğu bir metod. Anlatayım biraz: Önce Avustralya ya yerleşilir. Göçmen olarak gelindiğinden ve zaten burada iş bulmak kolay olduğundan hemen bir iş bulunur ( temizlik, postacılık; taksicilik, amelelik vs ) Daha sonra bir şekilde bir kaza senaryosu yazılıp çizilir. Bir ortak ile beraber bu kaza gerçekleştirilir. Sonra da doktora gidilerek ben artık iş yapamıyorum, çalışırken belim sırtım inanılmaz acılar içerisinde diye yalanlar uydurulur (hence the name turkish back) ve iş yerinden çıkış alınır. Avustralya devleti olayı tamamıyla üstlenerek ömür boyu minimum maaşa bu kişiyi bağlar. Bu kişi daha sonra hayatında bir daha çalışmamak üzere ayda 800 dolara talim eder.
Monday 11 May 2009
Tuesday 5 May 2009
Moskova'dan Haberler
Bu arkadaş, doğumgünü partisinde karısyla tartıştıktan sonra Moskova'nın göbeğinde girdiği süpermarkette 9 kişiyi vurdu, bunların 3'ü öldü. Süpermarket kameralarının çektiği bütün olay boyunca herif feci soğukkanlı. Sarhoşluğuna rağmen iyi de nişancıymış.
Yine Moskova'nın göbeğinde bilmem kaç km sürat yapan zibidi, Ferrari'sini aha bu hale getirdi. Enteresan olan (iyi ki de) bu olayda ölen olmaması. Çocuk bile bu arabadan sağlam çıkmış. Nasılll?
3. Rus Neo-Naziler Adolf Hitler'in doğumgünü kutluyor
9 Mayıs'ta Nazi Almanyası'na karşı zaferin altmış bilmemkaçıncı yılını kutlayacak olan Rusya'da, Neo Naziler 5 Mayıs Adolf Hitler'in doğumgününü kutluyor. Yabancılara sokağa çıkmaması öneriliyor. Dün akşam bir Hintli'yi hastanelik etmişler.
Friday 1 May 2009
Istanbul not so very modern sometimes
İstanbul Modern’de sergi gezmelerine 1Mayıs’tan bir gün once biraz trafiğe kalmayı göze alarak gidebildim. Gölgeye Övgü sergisi etkileyiciydi. Bir takım adamların (çoğu tabii ki sizin oralardan umutcuğum) bundan yüzyıl once hangi kafalarda nasıl animasyonlar yaptığına, ne biçim karakterler tasarladığına falan iyice şaşırdım, güzel oldu. Çıkma anı geldiğinde karnım fena acıktığından hazır yakınken Karaköy’de balık yemek iyi bir fikirdi. Rus animasyon adamlarından alınan gazla (kimbilir neler içtiler de böyle coştular) rakı da akla yakınlaştı haliyle.
Sanat, animasyon falan bir yana da eğer beni mutlu etmek istiyorsanız (istiyosunuz di mi?) hırdavatçılara götürün (inin o fildişi kulelerden). Testere, matkap, makara falan gösterin. Su terazisi almama izin verin. Bunların hepsi yapıldı. Gün, Karaköy’de plastik bardaklar ve kağıda sarılmış rakı şişesinin, deniz çuprasının, çinekopun karşısında sona erdi. Gene gelecek ben.
Thursday 30 April 2009
Poyedim v Otpusk
Mayıs, Yılbaşı ile beraber Ruslar'ın en favori tatil mevsimi. Hem 1 Mayıs bayram, hem de 9 Mayıs. Böylece çoğunluk Mayıs'ın ilk 10 günü izin kullanıyor ve Moskova yine bize kalıyor.
Monday 27 April 2009
Büyük Felaket
Her sene 24 Nisan'da bir ordu Ermeni kardeşimiz bayraklarla pankartlarla bu mezarlığa dolup '1915 olaylarını' anıyorlar. (E şimdi tabi DGM'lik olmamak için kullandığımız kelimelere dikkat etmeli di mi?) Bu kardeşlerimiz artık içerde Türk bayrakları mı yakıyorlar, Tayyip kuklaları mı bilmiyorum, biz tercihan pek bulaşmıyoruz. Gerçi ben şahsen özürdiledim.com ama gel bunu bu kardeşlerimize anlat.
Sema ilk sene futbol taraftarları sanmıştı bu bayrak sallayarak evin önünden geçen kara gözlü kara kaşlı insan topluluğunu. Bir kere de bar tuvaletinde mahsur kalmıştı Ermeni taşnaklar kapıyı tutunca, yeri gelmişken onu da not edeyim.
Rear Window
Çelik on ikinci dalgadan kaçarken bizim komşulara sığındı galiba, burdan suç duyuruyorum; biliyosunuz Çelik’e yataklığın cezası büyük.
Iki gün iki gecedir gözüpek komşuda cümbüşün sonu yok.
Çelik çalıyor, komşu eşlikte gerek. Dün akşam saatlerinde dayanamayıp evden çıktım, bugün akşam geldim cover’lara yeni geçmişler. Bir ara onuncu yıl marşını da tıngırdattılar. Benim kafamdaysa Büyük Usta’dan “Allahım Neydi Günahım?” repeat’te. Egemen Özkan evi günahlarının bi kısmı yazılmış olmasın yarebbim?
Sustular mı sanki?
Önümüzdeki hafta Bonnie Prince Billy Babaylon’da konsere geliyor. Ben buna çok seviniyorum. Olanca sakalıyla sakin sakin söyleyecek, ağlayacak. Gelebilen gelsin (Nasıl geleyin), öğrenci 15, mezun 25.
Sunday 26 April 2009
35
Müziği bağırtmışız biraz (her haysiyetli partide olacağı üzere), millet evine gitmek üzere dağılırken kapıya dayandı militsia. Biri uzun, biri kısa iki tip. Makineli tüfek boyunlarında. Yarım saat dil döküldü, yok illa karakola geleceksin diyorlar. Belli dertleri para tırtıklamak ama benin tepem attı, hem müziği kapamışız, parti bitmiş insanlar gidiyor, zaten doğumgünüm, hiç tahammül edemedim.
Bir tanesi aldı beni karakola kadar gittik, tam kapıda telefon çaldı. Geride kalana vermişler bir miktar para, geri döndük. Kapıda elimi sıktılar ayrılırken. Efenim? Böyle bir polis vukuatım eksikti, o da oldu. Hayırlı olsun.
Yolun yarısını da devirdik bu esnada.
Saturday 25 April 2009
Sanki Her Tarafta Var Bir Düğün
Dünün gündemi 23 nisan çocuk bayramına değinmek niyetindeyim. Bu sene neden bilmem daha bir şenlikli gibiydi çocuk bayramı. Bir süredir 'bana hergün' olduğundan tatil kısmını anlamam mümkün olmadıysa da işlerine bir günlük ara veren arkadaşlar taze gelinler gibiydi. 22 nisan gecesi eğlencenin dozunda tatil ruhu kolgeziyordu. şimdi aranızda kesin özleyenleriniz vardır, dün gece Ankara'nın ünlü simaları ile Cihangir'de yeni bir içkili ortamda denk gelme fırsatı bulduk. Gizem'inden Mercan'ına, Boran'ından Melkur'una bir sürü ank, toplaşmış alkol duvarına meydan okuyorlardı.. Ben baktım özlenicek bi durum yok.
Türk Televizyasi ve Bayram (ansızın gelen başlık):
Dün Jack Bauer hep dünyayı kurtardı (kimbilir kaçıncı kez):
Kiefer Sutherland ikinci sezondan sonra prodüktör olmuş, artık sırtı yere gelmez (züğürtün çenesi)- izlediğimden diil.
Küçükler Makamlara Yerleşti:
Cumhurbaşkanı bir günlüğüne Büşra Kılıç oldu. İlk kadın cumhurbaşkanımız Sayın Kılıç, çikolata fiyatlarını düşürmek (özel günler?) başta kendi okulunun fen laboratuarını yenilemek gibi akla yakın bir ekonomik paket sundu. Abdullah, Sayin Kılıç'la senli benli konuştu. Başbakan Ecem Gülce Uçar ise, kriz teğet geçti, kemerleri sıkalım gibi yepyeni önerilerle eski başbakanı aratmadı.
TRT Kutlamaları:
İnanılacak şey değil ama çocuklar bu sene renkli kartonlardan Türkbayrağı, Atatürk portresi falan yaptılar. Ortalıkta tayt ve/veya füzo giymekten hoşnutsuz oğlan çocukları, ponpon kız olmaktan gururlu kız çocukları dolanıyordu.
Bu da gecmis bir 23 Nisan'dan kalma "en uzun bayrak bizim bayrak" isimli bir calisma
Bir de bi ara zapik sırasında çocukların popstar gibi takıldığı bi prooramda (TDK) turkish pavarotti'nin yanında italyan bi tenorcu velet "la donna e mobile" söylüyolardı. Pavarotti’nin sahne çalmaya çalışması tüylerimi ürpertti.
Sonuç başlığı (hala olmadıysanız parantes manyağı olun diye açtığım lüzumsuz parantes):
Siz siz olun 23 nisan'da hangoverinizi elinizde kumandayla kutlamaya kalkmayın.
Şimdi soruyorum:
Şu televizyonu camdan atmamam için bana bir tek sebep gösterebilir misiniz? (içimden bir ses sorunun cevabının Umut'ta olduğunu söylüyor)
Wednesday 22 April 2009
Kim Tutar
Artık bu gezi için heyecanlanabiliriz.
Tuesday 21 April 2009
Nadya Komenaçi ve ben
Durum raporu
İtalyanlar'dan pasaportlarımızı bugün geri alıyoruz. Umarım vizeyle beraber.
Moskova'da tipi vardı bu sabah. Beyaz bir Moskova'ya uyandık ve bir süre de tipi şeklinde devam etti kar. Arabanın kar lastiklerini değiştirmek için çok uygun bir gün seçmemişim. Velakin, 1 Mayıs'tan itibaren çivili kar lastiği kullanmak ceza sebebi.
Saturday 18 April 2009
Friday 17 April 2009
Şen gel
Amerikalısı, Avrupalısı bir yere gitmek istediğinde atlıyor uçağa gidiyor. Türksen efendim aylar önceden biletini alacaksın, kalacağın yeri belirleyeceksin, oradan da yer ayırtacaksın, üstüne de mali bilgini bokunu püsürünü bir fasikül evrağı elçiliğe teslim edeceksin. Bayağı bir plan program gerektiren, spontanlığa mahal bırakmayan bir olay.
Neyse efendim, biz ayıptır söylemesi Haziran'da bir İtalya yapalım diye niyetlenmiş idik. İki gün evvel de vize başvurumuzu yaptık, ondan bu ilenme durumu. Geçen sene bir zamanlama sorunu yaşayıp bileti falan iade etmek zorunda kalmıştık malum. Bu inek İtalyanların vize işlerini taşere ettiği Rus şirketi bize altı hafta sonraya başvuru tarihi vermişti, bizim uçuşa beş hafta kala. O şirketi değiştirmişler. Randevumuzu zamanlı alıp, evraklarımızla gittik. Sonuç haftaya belli olacak. Fingers crossed.
Adamlar vize ödemesi adam başı 60 avro diye internete falan her yere yazmışlar. Nitekim gittik kasaya "Ne kadar ödiycez?" "İki kişi 120 avro, ödemeyi hangi para birimi ile yapacaksınız?" "Avro" Bunun üzerine hesap makinası ile çık çık işlem. "124.5 avro rica edeyim" "Efenim?" "124.5 avro ödeyeceksiniz." Yahu her yere yazmışsın 60 avro diye, ben avro ile ödemeye kalkınca niye rubleden çevrip 62.25 avro alıyorsun, bu nasıl turşu? demedim, paşa paşa ödedik parayı.
Bir de koca yerde (belki 150 kişi çalışıyor) İngilizce konuşan bir tane eleman buldular güç bela, onun da İngilizcesi bizim Rusça kadar. Bizim evrakları incelerken garibanın perçemleri terden alnına yapıştı. Rezervasyon tarihlerinde benim orda farkettiğim bir hatayı da farketmedi - teyid sırasında otellerden biri Haziran yerine Mayıs yazmış. Doldurduğumuz, Avrupa ülkelerinin yarısının internet sitesinde yer alan İngilizce başvuru formunu da kabul etmediler. Orda AYNI formun Rusça/İtalyanca olanına İngilizce olarak geçirdik bilgilerimizi.
Vize işlerinden nefret ediyorum.
Monday 13 April 2009
Lynch
En doğru tespit Sema'dan geldi: "İyi ki kendini sanata vermiş de katil falan olmamış."
Ben kendi adıma en çok ufak tefek çiziktirmelerinin toplandığı bölümü beğendim. Yıllar yılı restoran peçetelerine, senaryo sayfalarına, set memolarına, otel kağıtlarına, uçak kusmuk torbalarına, kibrit kutularına falan yaptığı karalamaları toplamış. Çok acayip desenler vardı. Pek beğendim.
Bulunduğunuz şehre gelirse gidin görün derim.
Sunday 12 April 2009
Kötü kızlar
Başladı okumaya: "Ben o-ros-pu ol-dum. Ben si-kil-dim."
Hahahahah. Ya lütfen ben gideyim Parislere, Türk kültürünü Dünyaya yayan bu kardeşimizin alnından öpeyim de geleyim. Ha bu arada komşu Türk de kız. Sanırım. Ve umarım.
Şehir merkezinde ufak bir haftasonu gezintisi
Friday 3 April 2009
Yaratıcı Rus Parkları 2
Tuesday 31 March 2009
Ruhun Gıdası
Bizim gibi çok farklı bir musıki bir altyapıdan gelmiyorlar tabi ki, kökleri eninde sonunda Batı müziğine dayanıyor. Dolayısıyla müzikleri bizim Türkçe sözlü hafif Batı müziğinin çoğu gibi eğreti durmuyor. Bir dip not olarak da Rusya'nın Batı'dan Doğu'ya çok geniş ve renkli bir coğrafyaya yayılmış olmasının da müziklerini beslediğini söylemek gerek.
Burada bahsettiğim Kafkaslar'ın bağrından kopup gelen Örövizyon fatihi Dima Bilan, lezbiyen taklidi t.A.T.u. ikilisi veya güzel kızlar grubu Viagra değil. Her ne kadar Rus popu genel olarak dinlenebilir ve (bence) Türk popundan daha yetkin ürünler ortaya koysa da, benim şu an bahsetmek istediğim, alternatif müzik deyin, adını ne koyarsanız koyun bize hitap edebilen türde müzik yapan sanatçılar ve onların şarkıları.
Buyrun konuyu son zamanlarda severek dinlediğim birkaç örnekle inceleyelim:
Zemfira - Kogda Sneg Naçnyotsa (Земфира - Снег начнётся)
Aslen Tatar olan Zemfira, 2000'lerin başından beri Rus alternatif müzik sahnesinin başını çekmiş. Her daim hüzünlü bir hali olan bu abla, karizması ve sert şarkı sözleriyle dikkat çekiyor. Burada örnek olarak seçtiğimiz şarkı 2008 yılı Spasibo albümünden "Kar Başlayınca".
Ne grup hakkında doğru dürüst bilgim var, ne de şarkının adının "Gardiyana" gibi bir anlamı olduğundan ötesini biliyorum. Güzel şarkı ama. Hüzünlü biraz. Tabi.
Skafandr feat Vasya V - Nye mıy
Yukardakilerin hepsine "eah bunlar ne beh" diyenlere bir de bu var. Hoş.