Saturday 19 September 2009
Çeşitli Düşünceler
Saturday 15 August 2009
ada vapuru
"bozcaada'nin diger adinin tenedos oldugunu yeni ogrendim, unutmaktan korkuyorum" diyen kadinin en cok nesine sinir oldum bilemedim. tiz sesine olabilir, bu sesine verdigi "yeni ogrendim ama bunu yeri geldiginde satmasini cok iyi bilecek bir bilinc düzeyindeyim" tonu olabilir ya da kot sortunun icine soktugu t-shirtünün üstünden bütün cigligi ile gözüme soktugu free-bag'i olabilir, ki yetkim olsa kullanimini yasaklayacagim 3 seyden biri olurdu free-bag'ler; askisiz elbiseler ve kemere takilan cep telefonu kiliflari ile birlikte.
bozcaada son zamanlardaki tatil gözdemiz ama dana’miz dogmadan da 1 kere gelmis ve kosarak kacmisligimizda yok degildir. ilk odamiz bir ciftlik organizasyonu icerisinde bize layik görülen bir cati kati idi; hem de diger normal odalarla ayni fiyata. bak bak bak. ertesi gün cikmistik odamizi degistiremeyeceklerini söylediklerinde. daha sonra limana (liman? düzeltiyorum iskeleye) yakin, ada icin lüx sayilabilecek bir otele gecmistik. ancak gecenin 2si miydi, 3ü müydü hatirlamiyorum, oteli su basma riskini de göze alarak insiyatifimi kullanmis ve deli gibi calisan su motorunu kapatmistim. otel lan orasi, yoksa gider bi vidanjörün yaninda uyurum...
bu basarisiz tecrübeden sonra tabii ki tekrar gidisim kralice'm sayesinde oldu. cunku o kafaya takmisti bir kere ve benim de bu ilahi karara karsi cikma sansim pek yoktu. iyi ki de yoktu. cunku son 2 senenin en guzel dinlenmelerini bozcaada'da yasiyoruz.
kahvaltidan sonra 10-11 gibi arabayla ayazma'ya akiyoruz, vahit'in yeri mevkînde bir yere park edip sahile geciyoruz ve günes 'cilt kanseri' seviyesine gelene kadar semsiye alti, deniz kenari arasinda eyliyoruz kendimizi. konuslandigimiz yer hem cig böreklere yakinligi hem de sezlongcularin para toplamaya öbür köseden baslamalari sebebiyle acayip stratejik bir noktada. with other words; sezlongcular bizim oralara para toplamaya geldiklerinde biz coktan vahit'e cig börek, gözleme, manti, allah ne verdiyse yemeye gecmis oluyoruz. eger aclik daha dayanilir seviyedeyse bu gecis sehir (sehir? düzeltiyorum ada) meydanina kadar uzuyor. uzuyor ki hafiz'in veya yusuf yerin'de kuru fasulye, pilav, izmir köfte, kuru köfte, pismekten ve beklemekten kemige lütfen bagli kalmis etleriyle tavuk budu, tabii ki patlican (musakka, kizartma, karni yarik, … adini sen koy artik), cacik, coban salata, arnavut cigeri, gerekli yerlere eklenen sarimsak ve benzerlerinin ‘n’ farkli kombinasyonundan olusan yemeklerimizi yiyip ic huzuruyla odamiza geri dönüp ailece serbest zamanimizi yasayalim.
ögle uykusu yasindayken danamiz, hepimiz uyuyorduk kapilar pencereler acik, püfür püfür. bu sene resim yapmaya, spiderman ve ben10 kitaplari okumaya (okumaya? düzeltiyorum bakmaya) ve tabii ki basta ambilanslari, arabalariyla oynamaya verdi kendini. ben direkt anne de kitap gazete allah ne verdiyse okuyarak uyumaya devam.
5 gibi uyananlar kendine geldikten sonra 2. harekat basliyor sahile. yine ayazma yine vahit'in oralar ama bu sefer termos'da sicak su, 2 poset cay, dana'nin cizi'si, meyveler, kekler, vs. de bizimle gelmekte cok israrcilar. e bizde “hayir” demiyoruz dogal olarak. '3.derece yanik' esiginden dönmüs olan günes, sabah degdigi yerleri tatli tatli sizlatirken denize girip, kiyida camurdan kuleler yapmak, bizle gelen israrci arkadaslari yemek, icmek yaklasik 2 saatimizi aliyor. günes tepenin ardinda kayboldugunda biz de ekipmani toplayip eve dönüyor oluyoruz. dus (bu seneki evde calismiyordu biz de kovadan taslama yöntemiyle hallettik isimizi) seansindan sonra aksam yemegi yeniliyor tabii ki. sahildeki mekanlarda balik olur, meydandaki ev yemekcileri olur, her ikisinin arasindaki turkish fast-food diyebilecegim yerler olabilir ama kilise civarindaki fancy yerler olmaz, olamaz. bozcaada'ya feslegenli taglietelli veya ispanak yataginda mozarellali dana bulyon yemeye gelmedigim cok net. tavsan yahni satiyordu bir yer. gelmesinler bana bunlarla.
yemegi de icra ettikten sonra cay-kahve-dadli-tabakta dondurma sünnetini de eda edip günü bitiriyoruz. bunlar icin yine meydandaki cay bahcelerinin arka masalarini (cunku dev tvler mutlaka acik oluyor ve insanlar bir sekilde ne varsa izliyorlar cay, kahve, cekirdek, findik, fistik esliginde. enteresan) veya kas'daki mavi bari animsatan, daha cafesel yaklasimlari olan polente'yi tercih ediyoruz.
yukaridaki tüm aksiyonlar esnasinda eksik olan bir sey var ki, iste onun yoklugu beni cok mutlu etmekte bozcaada'da: ses!
ne sahilde, ne meydanda, ne balikcilarda müzik sesi yok kulaklari tirmalayan. hande yener, serdar ortac, ibrahim tatlises yasamiyor bozcaada icin. merkezdeki daracik yollarda ozellikle vapurun gelmesiyle birlikte trafik sikisinca bile korna calmiyor kimse. su an fark ettim ki kavga eden birilerine de rastlamadim gecen süre zarfinda; sanirim lost'daki gibi bir efekt bu; insanlar sakinlesiyor bozcaada'da. belki de uzakligi, ulasimindaki zorluk, soguk denizi (kac kere ayagimi hissetmedim kardesim o ne soguk öyle) klasik türk turistini cezbetmedigi icin belki de böylesine sakin, dingin ve sevilesi. böyle devam etse ne hos olur. yine gelcek ben!
bu ilk yazim olsun adalar icin. söz daha yazicam.
eeee bülbülü de altin kafese koymuslar "4 yani su ile cevrili kara parcalarina ada" denir demis.
Monday 10 August 2009
Rabia Kadeer, İki Çizgi ve Acil Servis
Rabia Kadeer, Uygur müslümanlarının Çin rejiminden ciddi baskılar (hapis, işkence, tehdit, yakınlarının korkutulması vb) görmüş, ve ancak susması koşulu ile ülke dışında yaşamasına izin verilmiş bir üyesi ya da daha doğrusu bir aktivist. Kendisi tabi ülke dışına çıkınca susmamış. Çin hükümeti de Rabia nın yakınlarına baskı uygulamış, hatta televizyondan Rabia nın yakınları onu denounce etmişler (denounce etmenin Türkçesi reddetmek midir?) Neyse bütün bunlar onu yıldırmamış ve baskı rejimine karşı ülke dışından elinden geleni yapmış. Daha sonra da Avustralyalı yapımcı Jeff Daniels (komik isim benzerlikleri) onunla bir araya gelmiş ve 10 Conditions of Love adlı 54 dakikalık belgesel ortaya çıkmış.
Friday 7 August 2009
The White Ribbon
Sunday 2 August 2009
Skirt Day, Amreeka ve Mommo
Skirt Day
Friday 31 July 2009
MIFF
Wednesday 8 July 2009
itvitre'den gecerken
ne soguk, ne sicak,
ne serin, ne ilik
maslak sanayi’de hemsin (sofrasi) denen mekandaydim.
burasini sevmemin pekcok sebebi var. benim gibi ortanin üstü sinif calisanlar, cokuluslu bankalarin istanbul hq’daki yöneticileri, ntv’nin spikerleri, sanayideki kaportaci usta, o ustanin arabasini tamir ettigi mafya kilikli, siyah gözlüklü abiler birbirlerine dokunmadan, garsonlarla sakalasarak, büyük bir uyum icinde yerler yemeklerini, bu esitlik bana camideymisiz hissini verir niyeyse; hani orada da herkes aynidir ya allah katinda. o hesap…. bir de gördügüm en medeni hesap süreci burada calisir. önce gider yemekleri görürsünüz, gerekirse ascidan aciklamalari alirsiniz, yerinize oturur siparisinizi verirsiniz, en sonunda da kalkip kasaya gider ne yediginizi bir bir siralar, beyaz paket kagidinin üzerinde, sizden öncekilerin yaninda hesaplanmis olan borcunuzu öder cikarsiniz. tamamen sizin beyaninizdir hesabiniz, vicdaniniza ve hafizaniza birakilmistir. o kadar esnek kullanilir ki bu sürec, baktiniz cok kuyruk var ama vaktiniz az, bir daha ki gelisinizde ödemek üzere o gün pas gecersiniz hesap ödemeyi, kimse de pesinize düsmez "hayirdir kardes, hesap??" diye.
cok uzun bir süredir gidememis olmanin verdigi heyecan da vardi icimde, hayalini kurdugum kuru-pilav-ciger uclusunun tadi da damagimda. malum eskiden günlük, siradan olan seyler artik son zerresine kadar damitilmasi gereken aktivitelere dönüsüyorlar yurtdisinda yasayinca.
yukaridaki menümü cacik ile tacladirmis, dünyada benden daha mutlu biri olabilecegini düsünmezken gozum karsi masadaki sepetten bana bakan „köse ekmek“e takildi.
kücüklügümden beri ekmeklerin bu baslangic ve bitis noktalarina ayri bir zaafiyetim vardir; öyle ki ekmegin ucunu kesip icine peynir-domates-biber konarak yaptigimiz sandvicin adi „köse“dir bizim aile literatüründe. bir keresinde halamin gelinine „bana köse yapar misin?“ diye sormustum, o da bana uzun süre bos, anlamak isteyen gözlerle bakmisti. olsun, o da ögrendi ama sonunda.
garsondan sepeti isterken hic gerek yokken “canim kose yemek istedi de” gibi bir aciklama yapiverdim. yapmamla birlikte “abi seviyorsan ben sana getireyim daha ” dedi ve 6 adet ekmek kösesi ile geri geldi. 3ünü yedim ve artik daha mutluydum.
farzedelim ki ayni boyutlarda bir ekmek basel'deki rest.da da cikiyor ve sen yemegini yerken onu da gormus olasin;
1- garson ile yemek esnasinda temas kurman cok zor. yani sen siparisi verdin o da getirdi. step by step yaklasimi ile yemegin sonuna dogru yalandan bir "ish guet zi?" diyecek ve sen hesabi isteyene kadar ortadan kaybolacak. arada bir sey istemen zor.
2- diyelim ki bi sekilde temas kurdun adama akici almancan ile "bana ekmegin kosesini" getir dedin. herif ekmegin kosesinin ne demek oldugunu literaturde anlasa bile fiziksel olarak anlamayacak. seni kanirtacak.
3- hadi oldu ya herife tarif ettin ve herif anladi, o da sana "ekmegi komple getirebilirim, size ozel olarak parca parca ya da sadece koselerini sunamam" diyecek
4- sen herife "ya kardesim parasi neyse ben vericem. ordan bana 6 tane ekmek satin al. koselerini kes bana getir gerisini ne bok yersen ye" dersen buyuk ihtimalle ya psikolojik rahatsiz muamelesi goreceksin ya da suratina aptal aptal bakacak.
sonucta yukaridaki stepler bitene kadar ne onunde yemek ne de sende istah kalacak. burnundan gelecek.
hemen sonrasinda E skoru 2-0a getirdi:
zaten B olayi gayet net aciklamis. hatta bu olay degil basel , isvicre'nin her kantonunda (fransiz ve italyan dahil olur). yukaridaki fiktif ornege, asagida -hem de italyan kanton ticino'da yasanmis iki gercek ornek eklenebilir:
- B'in otobandaki dinlenme tesisinde, parmakla gosterip hem de "crem caramel" dedigi halde, kadinin israrla karamelli dondurma vermesi
- C ile dondurma alirken, o’nun "cikolata ve cilek" demesi, benim de " aynisi arti pistachhio" demem ve herifin bana sadece pistacchio vermesi (bu benim essekligim kabul ediyorum. mado mu lan bu? yok aynisiymis da..adam gibi say hepsini)
ha bir de bu ulkede bi hizmet ya verilemez, ya da istemedigin halde yardimci olmaya calisip vaktini alirlar o da ayri mesele.
dun bahnhof eczane'deyiz. su benim horlama ilacimdan istedim. her gittigimde iki tane aliyorum ki yedek bulunsun. yoksa cok da onemli degil. dun kadindan iki tane istedim.
bi geldi:
eczaci: malesef bi tane var.
ben : tamam, sorun degil
ecz: isterseniz siparis vereyim.
ben: yok sorun degil. zaten bi kutu bir ay yetiyor. acelesi yok. (ulan al hesabimi da gideyim)
yaklasik 5 dakka bilgisayarda biseye bakar, oteki kasaya gider, gelir.ve 5 dakika sonra
ecz: eger biraz beklerseniz depoya ineyim bir bakayim belki vardir.
ben. yok tesekkurler. bir tane isimi gorur.
ulan arkada sira oldu. belki hayati bir ilac bekleyen bir var. benim horultu ilacim icin kadin dakikalarini harcadi, hem de ben istemedigim ve istemedigimi belirttigim halde.
bülbülü altin kafese koymuslar „hem aglarim, hem giderim“ demis.
sairimize kulak vererek; bis dann…
Bakiyorum Isviçreye vagonumdan,
Sehirleri cansikici olmali
belki sanatoryomlari eglencelidir.
Yasamak ister miydim
su gördügüm yerlerde
su saygideger adamlarin arasinda
Doksanimdan sonra belki...
Belki kiskandigimdan
Kanli çölün ortasindaki küçük bahçeyi