Saturday 31 January 2009

Blog ile ilgili şanlı açıklama

Şimdi bu blogu okuyanlardan bazıları facebook dan falan bana mesaj atıyorlar çok güzel olmuş falan diye ama artık gerçekleri paylaşmanın zamanı geldi. 
Bu bloga ben bir sürü adamı davet ettim. Bu densizlerden şimdiye kadar ikisi tenezzül edip yazdı. Beğendiğiniz yazıda benimkisi değil. Bu ikiliden birinin. O yüzden ben şu blogu bi kapatiyiym de aklınız başınıza gelsin.

Melbourne'de Ev Tutmak

Melbourne'de ev tutmak zor iş.  Nasıl bir kızı on kişi ister bir kişi alırsa, Melbourne'de güzel bir evindurumu da aynıdır.  Neden diyecek olursanız, şu anda boşta bulunan evlerin ya da dükkanların sadece %2'si kiralık.  Tabii bu ana nedenin yanında bir de sadece Türkiye'de emlakçıyla muhattap olmuş insanların ilk defa karşılaşacağı enteresan durumlar var ki, insana "şahtık şahbaz olduk" dedirten cinsten. 
Diyelim ki evi internet sitesindeki resimlerden beğendik.  Bu arada atlamadan yazayım, burada kiralar haftalık, ingiliz usulü yani (52 haftadan hesaplarsak, 13 aylık kira ödemiş oluyorsun). Tabii aslında kiranın haftalık yazmasının hiç bir anlamı yok çünkü ödemeye gelince gün hesabıyla bir aylık kira ödeniyor.  Biraz karısık yazdım ama ha haftalık 410$ yazmışsın ha aylık 1780$. Gereksiz bir takım işler.  Herneyse, diyelim ki beğendik evi, ekranda yazan telefonu arıyorsunuz,
diyorsunuz ki ben şu adresteki evi beğendim görmek istiyorum.  İstanbul'da aynı şeyi yapsan, en kötü ihitmalle "abi şimdi bi müşteriye ev göstericem, iki saat sonra buluşalım bakalım" cevabını alırsınız.  Buradaki muhtemel cevaplarsa şöyle " o eve 2 ay sonra bakabilirsiniz" "o ev tutuldu" "o eve bakıldı şu an göremezsiniz" "o evi 6 gün sonra saat 17:00-17:10 arasında görebilirsiniz".  Eğer son cevabı aldıysan, ilk aşamayı başarıyla geçmiş oluyorsun.  6 gün sonra saat 17:00'de evin önüne gidince, bir Ramazan pidesi kuyruğuyla karşılaşınca n'oluyor falan derken şaşkınlığı üzerinden çabuk atman lazım çünkü eve bakmak için 10 dakika var, evi görmek isteyen de 30 kisi var.  Evin kapısını açıyorlar, giriyorsun içeri yanında 29 kişiyle beraber.  Eve bakarken, evin heryerinden insan fışkırdığı için, evi adam gibi göremiyorsun.  Hadi bütün engelleri ekarte edip eve baktın beğendin, ya da beğenmedin ama sokakta yatmayı göze alamıyorsun artık, emlakçıya gidip ben bu evi beğendim diyorsun o da al sana başvuru formu diyor.  Başvuru formu nedir demiyorsun, alıp otele mi artık nerede kalıyosan gidiyorsun, oturuyorsun formun başına. Formda sorulmayan az soru var.  Mesela anne kızlık soyadı falan sorulmuyor ama bankada kaç paran var, baska evin var mı, yıllık gelirin kaç para, borcun var mı, evcil hayvanın var mı, daha önce hiç oldu mu, sigara içiyor musun, sigara içmiyor olabilirsin ama başka türlü bir uyuşturucu kullanıyor musun, evi ne amaçlarla kullanacaksın, kaçta yatar kaçta kalkarsın, ne iş yapıyorsun, kaç senedir aynı iştesin, eğitim durumun nedir, vizenin statüsü nedir referansların kimler vs. Tabii bütün bunları yazıyorsun, belgelerini de ekliyorsun.  Belge ekleme olayında da, kimliğini bildirmek için mesela sadece pasaport yeterli değil.  Belli bir kimlik puanını tutturmak zorundasın.  Pasaport, nüfus cüzdanı, ehliyet ve bir başka resimli kimlik ancak yeterli oluyor.  Bunları doldururup bir dosya hazırlıyorsun, sonra bu, dünya üzerindeki erdemli varlığını kanıtlayan dosyayı emlakçıya teslim ediyorsun ertesi gün.  24 saat içinde telefonun çalacak. Çalıyor da, bir açıyorsun ki, başvurunuz reddedildi diyor.  Hadi buyrun bakalım, e 6 gün beklemiştik eve bakmak için, ben daha otele para veremem, ev de çok güzeldi falan gibi üzüntü ve hayıflanmalar içinde araştırmalar baştan başlıyor. Birkaç reddedilme olayından sonra üzüntünün yerini sinir alınca, ulan siz kimsiniz beni reddediyorsunuz, biraz silkelensem binayı satın alırım ve benzeri naralarla, istanbul'daki araya adam sokma, para yedirme gibi yan yolları hasretle anıyorsun. Sonra farkediyorsun ki, burada o yan yollar yarı yasal bir şekilde işliyor.  O başvuru formuna, siz buraya haftalık 410$ istemişsiniz ama ben buna 450$ veririm yazan çakalların varlığını farkettiğin vakit, bir aydır otele verilen paralara yanıyorsun. 
Yani adamlar hem senin güvenilirliğini araştırıyor hem de aynı zamanda kapalı zarf usulü açık artımayla evi veriyor. Bunların yanında, eğer iyi bir şirkette çalışıyorsan, dosyayı teslim ettikten sonra şirketin emlakçıyı araması da etkili bir yöntem.  Bütün bunları keşfedip, anlayıp sindirdikten sonra mutlaka bir eve yerleşiyorsun.  Sonra diyorsun ki, adamlar ne güzel sistem kurmuş. Birincisi emlakçı aynı eve 75 kişiyi 75 sefer yapıp götürmüyor. ikincisi, adamlar ev sahibini, en iyi başvuruyu seçip garanti altına alıyor.  Üçüncüsü, emlakçı, bu hizmetinin karşılığını
Türkiye'deki gibi kiracıdan değil ev sahibinden alıyor.  Fıstık gibi "middleman".  
Evi tutunca depozitoyu, ev sahibine vermiyor kiracı.  Devletin depozitoları topladığı bir fon var. Para oraya yatırılıyor ve evin anahtarlarınıteslim alırken, bir "condition report" imzalıyor kiracı.  Sözleşme bitip evden çıkarken de bağımsız bir bilirkişi o ilk imzalanan durum raporuyla, evi
kontrol ediyor ve ev aynı durumdaysa devlet depozitoyu kiracıya geri ödüyor.  Yani ev sahibiyle yok duşakabinin köşesi şöyleydi, süpürgeliğin çivisi böyleydi gibi saçmasapan münakaşalara girmiyorsun.  Bunları yaptın, eve girdin mi? Evde bir dosya, muhite hoşgeldin diye, oradaki kafelerden birinde şarap içmen için bir gift card, ev sahibi ve kiracı yasal düzenlemesinin kitpçığı, acil durum telefonları, gerekli diğer telefon numaraları, kirayı yatıracagın banka hesap numaraları, tüm yasal belgelerin ve imzalı belgelerin fotokopileri hepsi dosyada. Boyle şeyler görünce insan şaşırıyor tabii.  İnsanca muameleye, faydalı işlere, planlı çalışmalara alışmamışız tabii.  Bu arada farkettim ki yazıya, ikinci coğul şahısla başlayıp ikinci tekil şahısla devam etmişim. Yazıyı okuyan sayısı 5 kişiyi geçmiyeceği için ve o beş kişiyi de tanıyor olduğum için özür dilemenin gerkli olduğunu da sanmıyorum.  Ayrıca niye özür diliyim?
Neyse, hani olur ya bir Türk Melbourne'e, yani Türkiye'den uçakla 24 saat uzakta, değil first class, kokpitte gelsen çekilmeyecek eziyet olan bir yolculuğun ardında gelip ev tutmak isterse ve bu yazıyı okuma fırsatı bulursa diye gerekli bilgileri vermeden geçmiyim. Yolculuk yorucu ama memleket güzel bu arada.  
ev bakmak için iki iyi internet adresi:
www.domain.com.au
www.realestateview.com.au
başvuru formu için gerekli belgeler (fotokopileri tabii ki):
pasaport
vize
nüfus cüzdanı
ehliyet
fotoğraflı bir başka kimlik (öğrenci kartı, şirket kartı vs.)
bankada paranız varsa
heseap hareket belgesi ya da bankadan bir mektup
ayrıca başvuru formunda referans olarak avusturalyalı birinin olması çok faydalı
evi tuttuktan sonra tüm elektirik, su, gaz gibi hesapları üzerinize geçirecek aracı kurumun adı da UtilityOne

Pirinçli somon salatası, yeme de yanında yat

Bak şu fotoya bak hey yavrum be. Bunu geçen gün çektim, müşterilerimden biri için. Ben çektikten sonra adam oturup afiyetle yedi. Neymiş efendim restoran kendisinin değilmiymiş. Bu gibi durumlarda aklıma hep Türkiye de sokakta çekirdek satarken bir yandan da yiyen satıcılar geliyor. 

Bu satıcıların şöyle komik bir de el hareketi vardır, sıcak çekirdeği üstten okşayarak avuçlarlar.

Şu Melbourne de ev tutma yazısını yazan arkadaşım aynı zamanda tabi kendisini dışarıdan gözlemleyemediği için bazı şeyleri eksik yazmış. Ben tamamlamak isterim: Türkiye de tabi kiralayan ya da ev sahibi kral pozisyonundadır ya, bu arkadaşımda da öyle bir havalar, yok efendim kağıtları emlakçıya fırlatmalar, tahvilleri bozdursam satın alırım lan burayı tehditleri.
Ben de uyardım tabi: Burada dedim böyle olmaz dedim, bu da sinirlendi sen al vazoyu geçir kafama. Kanlar şakır şakır (yemin ederim duydum bu sesi, tüm türkler duymuştur hayatlarında) Neyse efendim o hastane senin bu hastane benim dolaşıyoruz falan derken sokaktaki çekirdekçiden çekirdek almak istedi canım. Neyse taksiyi durdurduk, arkadaşım indi yanında bozuk okmuş, olsun abi sonra verirsin demiş çekirdekçi (bak dikkat et avustralya lı ha)Böyle bir takım olaylar ben ne bileyim efendim işte maceralar. 

İyi oldu şu herifin geldiği Melbourne a.

Friday 30 January 2009

Karei Nitsuka

Japonların inanışına göre çopstikleri asla görgüsüz gibi pilava saplamamak gerekiyormuş. Japon yemeği yapma girişimlerimin hezeyanla sonuçlanması bu tip inanışları kaale almamam yüzünden olsa gerek. Yanda az çok yenilebilir bir şey yapmanın heyecanıyla bisürü fotoğrafını çektiğim Karei Nitsuka, yani Buğulama Dil Balığı adlı eserimi görüyorsunuz. Doktora yapma kisvesi altında geldiğim Avustralya'dan dört başı mamur bir aşçı olarak dönmeyi planlıyorum. Evet, bunu planlıyorum. Doktora heryerde yapılır nasıl olsa...

Aşırı Sıcaklar Delirtti

Tabii ki fotoğrafı ben çekmedim, nerede bende o yetenek? Zaten bu havada siyah çorapla, efendime söyleyeyim, siyah potinlerle sahile inecek kişinin alnını bizzat karışlamak isterim. 

Thursday 29 January 2009

47 Derece!!!

İnanılmaz. 47 derece sıcaklık hayatımda görmemiştim. Son 50 senenin en sıcak haftası olmuş burada, biz de gittik Melbourne e yerleştik iyi mi. 
Bu 47 derece olayını şöyle anlatmaya çalışayım sıcağın sesini duyuyorsunuz resmen. Yani resmi gazetede falan çıktı bu da o yüzden resmen diyorum.

Burada tabi insanlar havalandırma delisi olduğundan dolayı herkes abandı kendi havalandırma sistemine. Bu abanmayı gözümle gördüm şöyle oluyor´æ÷≥¬¨∆^ğƒµ~∫√ç≈Ωæß∂ƒğ^∆πöiπ¨~iü¥†®´∑@¡™#$∞§{[]}} iki nokta üst üste arıyorum bulamadım şununla idare edin¬ sıcaklık en alt seviyeye getiriliyor ve I cant believe how hot today falan gibi bir cümle eşliğinde de fan son raddesine getiriliyor ki tüm kaslar tutulsun. 
Neyse işte şehirdeki herkesin aynı şeyi yaptığını düşünün, ne oluyor: (ah bak yanlışlıkla buldum iki nokta üst üsteyi, dur bi hızımı aliyim:::::::::::::::) enerji seviyesinde bir azalma, ne biliyim, elektrik gitgelleri, çeşitli sıkıntılar derken sonunda olan oldu ve elektrikler kesildi.

Benim sadece Türkiye de gördüğüm bu olaya gülemedim bile. İyi günler dilerim.  

Monday 26 January 2009

Nasıl geleyim yaw, dükkan yalınız...

Seneler önce biz daha lisedeyken, arkadaşlarla telefon işletmesi yapmıştık. Bu işletmelerden bir tanesinde, yaşlı bir amcayı arayıp (bilmeden), onu hafta sonu güya yapılacak olan düğüne davet etmiştik. Böyle bir soruya verilebilecek cevaplardan nasıl zevk alınabilir bilmiyordum, hala da bilmiyorum fakat amcamın verdiği cevap ile birlikte hayatımın (belki de o küçük arkadaş grubunun hayatının) bayağı büyük bir bölümü ben o yaştayken daha ben farkına varmadan aydınlanmıştı.

Bunu şimdi düşününce anlıyorum. Daha açık olmam için olayı anlatmam gerek. 
-Alo buyrun
-Ahmet abi sen misin?
-Evet
-Abicim hafta sonu bizim köyde inanılmaz bir düğün var, bizim Mehmet (uydurulmuş bir kişi) evleniyor, inanılmaz cümbüş olacak, mutlaka senin de gelmen gerek.
-Deme be (isim falan sormadan)
-Tabi abi, yılın düğünü, herkes olacak bi sen eksiksin. Horonlar, halaylar, cümbüş eksik olmayacak, aileler birleşecek, küskünler barışacak...
-(İçten içe kaçırdığı ortama çok üzüldüğü belli olarak ve inanılmaz bir tonlamayla) Nasıl geleyim yahu, dükkan yalınız
-Ahmet abicim
-De bana
-Abicim kimiz biz?
-Bilmem kimsiniz?
-Ya Ahmet abi, kim olduğunu bilmediğin adamla konuşulur mu böyle...

...falan derken telefonu kapattık biz. Güldük dalga geçtik aklımızca. Hala da gülerim esasen ben bu olaya. Ahmet abinin kabullenirliğinin, basitliğinin, sorumluluk bilinci ile çatışmasının dışa vurumu olan Nasıl Geleyim Yahu Dükkan Yalınız lafı esasen benim için biraz da Türkiye yi anlatır.

Melbourne´da yaşayan bir grup arkadaşımızla aklımıza gelen bu blog projesi, en azından benim için biraz da uzaklarda ve farklı kültürlerde yaşamanın günlük hayatıma yansımazı üzerine kurulu olacak. Öyle klasik doğu batı çatışması gibi değilde daha güncel, daha hafif ve bazen daha acımasız (tam da hayatın olduğu gibi bence) fikirler, olaylar ve kişilerden bahsetmek istiyorum. Önyargısız ve direk. 

Dünyanın her tarafındaki ve Türkiye´deki bazı  çok sevdiğim ve artık çok da göremediğim insanların fikirlerinin, yaşamlarının onları ne şekilde biçimlendirdiğinin yazılı kanıtı olan bu proje, eğer devam edebilirse seneler sonra şu ankinden daha değerli olabilir. Aynı Ahmet amcanın cevabı gibi. 

´Nasıl Geleyim yaw dükkan yalınız´ hayatın bir grup genci nasıl büktüğünü anlatsın isterim.