Tuesday 31 March 2009

Ruhun Gıdası

Çaykovski'lerin, Şostakoviç'lerin torunlarının müzikte iyi ürünler ortaya koymalarını beklemek şaşırtıcı olmazdı. Nitekim, günümüzde de Rus müzisyenlerin keyifle dinlenen parçalar yaratabildikleri gerçek.

Bizim gibi çok farklı bir musıki bir altyapıdan gelmiyorlar tabi ki, kökleri eninde sonunda Batı müziğine dayanıyor. Dolayısıyla müzikleri bizim Türkçe sözlü hafif Batı müziğinin çoğu gibi eğreti durmuyor. Bir dip not olarak da Rusya'nın Batı'dan Doğu'ya çok geniş ve renkli bir coğrafyaya yayılmış olmasının da müziklerini beslediğini söylemek gerek.

Burada bahsettiğim Kafkaslar'ın bağrından kopup gelen Örövizyon fatihi Dima Bilan, lezbiyen taklidi t.A.T.u. ikilisi veya güzel kızlar grubu Viagra değil. Her ne kadar Rus popu genel olarak dinlenebilir ve (bence) Türk popundan daha yetkin ürünler ortaya koysa da, benim şu an bahsetmek istediğim, alternatif müzik deyin, adını ne koyarsanız koyun bize hitap edebilen türde müzik yapan sanatçılar ve onların şarkıları.

Buyrun konuyu son zamanlarda severek dinlediğim birkaç örnekle inceleyelim:

Zemfira - Kogda Sneg Naçnyotsa (Земфира - Снег начнётся)


Aslen Tatar olan Zemfira, 2000'lerin başından beri Rus alternatif müzik sahnesinin başını çekmiş. Her daim hüzünlü bir hali olan bu abla, karizması ve sert şarkı sözleriyle dikkat çekiyor. Burada örnek olarak seçtiğimiz şarkı 2008 yılı Spasibo albümünden "Kar Başlayınca".


Boombox - Vahteram (Бумбокс - Вахтерам)

Ne grup hakkında doğru dürüst bilgim var, ne de şarkının adının "Gardiyana" gibi bir anlamı olduğundan ötesini biliyorum. Güzel şarkı ama. Hüzünlü biraz. Tabi.

Lyapis Trubetskoy - Ogonki (Ляпис Трубецкой - Огоньки)

Bu arkadaşlar Belarus imiş, Wiki'den öğrendim şimdi. Farketmez, Rus türevi. Şarkının adı "Alevler". Güzel de bir klibi var. Grubun adı tercümede makul bir sonuç vermedi. Aynen veriyorum: "Lunar caustic Of the [trubetskoy" demekmiş.

Tanya Zıkina - Vodopadami (Татьяна Зыкина - Водопадами)

Soyadının telaffuzu bizim için talihsiz olan bu güzel hanım kızımız yeni türedi. Rusya'nın derinliklerinden geliyor. 'Yeni Zemfira' tanımını çat diye yapıştırdılar. Şarkının anlamını tercüme sitesi veremedi. "Altında suyun" gibi bir anlam veren bir kelime oyunu olduğunu iddia etsem aranızdan kim itiraz edebilir?

Skafandr feat Vasya V - Nye mıy

Yukardakilerin hepsine "eah bunlar ne beh" diyenlere bir de bu var. Hoş.

Friday 27 March 2009

Sipsi çok şanlı bir arkadaşımızdır

Arkadaşlarımı çok özledim. Yapacak birşey yok ama. Şimdilik burda kurmaya çalıştığım işe yoğunlaşmış durumdayım. Türkiye den garip haberler alıyorum. Siyasi ve sosyal olarak ikiye ayıralım bunları.
Siyasi
Basın ve asker vermiş elele Türkiye yi yemişler. Şahsen benim hayatımı o kadar değil ama benim kadar şanslı olamayan yuzbinlerin hayatını karartmışlar. Belgeler ve okuduklarım beni çok karamsarlığa itiyor.
Sosyal
Sipsi adlı kedimizin beyninde ( bu kedide hiç olmadığına hepimizin yemin edebileceği organ ) tümör çıkmış. Çok üzüldük. Rahatsızlığı artınca galiba uyutulacakmış. Yapılacak birşey yokmuş.

Geçen gün toptan bir karanlık gündü. Anlatayım biraz. Bir fax makinası var ortak ofisimizde. Ben her ne kadar bu tür kendi satın almadığım aletleri kullanmamaya gayret göstersem de o gün gerçekten çok ihtiyacım oldu. Basmam gereken 4 sayfalık bir posta adresi sticker ı var elimde. Bu iş için önceden bir format ayarlamasına giriyorsunuz. İşte efendim sayfada kaç adres basılacağından tutun da, bunların değişik sticker lar için yapılması gereken sınır ayarlarına kadar bir dolu şey mikrosoft wörd denilen kötü şeyin biryerlerinde gizli. Neyse yaptık bunları. Yolladık printer a bir deneme sayfası. Yılan gibi çıktı sayfa. Trilyonluk sayfamız oldu. Geriye kaldı mı sana 3 sayfa. Yolladık yazıcıya bu son kalan 3 sayfayı ama işte hayat o kadar kolay değil Koray paşa. Tüm pazarlıklar sonunda en fazla 1 sayfa daha alabildim yazıcıdan. Benim olsa direk duvara yazmıştım.

Neyse dışarı çıkıp, günde 2 tane keyif için içtiğim sigaralarımdan birini heba ettim. Aklıma yandaki internet kafeye gitmek geldi. Bu kafenin sahibi aynı zamanda İzmir de de bir süre yaşamış olan, türkçe konuşabilen, çok iyi anlayabilen boşnak bir arkadaşımız Bayram. Ooo hoşgeldin beş gittin falan derken ben çöktüm bir aletin karşısına tekrar baştan bazı sınır çalışmalarından sonra yazıcıya yolladığım adresler armut gibi çıktı sayfanın olmadık yerlerine. Allem ettim kallem ettim yapamadım. Bu Bayram geldi, o da çok yüksek sesle konuşuyor sağır mıdır nedir, o da yapamadı. 

Kalktım dışarı çıkıp öbür sigarayı içtim. Yahu kardeşim bir müşteri listesine mektup yollamak bu kadar zor mu yaa. Elle yazmaya başlasaydım o zaman kadar 1000 kere biterdi. Ofise geri geldim, Bayram tabi servislerinden dolayı babayı aldı benden. Ben çıkıyorum dedim. Çıktım ve direk bir Officeworks e gittim ( buranın office super store u gibi bişi ) bir satış temsilcisi çıktı karşıma. 

Buyrun falan dedi. Anlat dedim bana multifuntional bir makina ki ben de satın alayım şöyle bozulmayacak güzel bir şey. Herif 3 taneyi anlatmaya başladı sonra gaza geldi epson lardan bir tanesine yoğunlaştı anlattıkça anlatıyor. Tamam dedim budur alacağım.

Hemen getireyim dedi ve ortadan kayboldu. Ben diyim 10 dakika siz ( kaç kişisiniz bu arada bir bilsem ) diyin 20 dk sonra geldi ve bana bu modelin dükkanda olmadığını söyledi. Bu arada ben de ordaki başka teknolojik aletlere bakıyordum. Nasıl herifin üstüne yürüdüysem manager kılıklı bir arsız karşımda belirdi. Nasıl olmaz dedim ya, neden anlatıyorsun o zaman iki saattir falan dedim bir de (merak etmeyin tüm bunları dedim) Bu arada dükkanın kapanmasına 15 dakika falan var ve ben o gece bu işi bitiremezsem büyük arıza çıkarıcam biliyorum. Karıma falan sataşıcam, evlilik zedelenecek, yok ne biliyim bi suç işleyip sınır dışı edilcem falan. Neyse manager pardon falan derken ben adama bu display ürününü almayı teklif ettim. Hiç anlamadı neden böyle bişi yaptığımı. Suratı falan değişti, art niyet falan da bulamıyor tabi. Başka yazıcı alsana diyenleriniz olabilir, onları bozuk ruh halim ve takıntılı kişiliğimle uğraşmamaya davet ediyorum. 

Neyse sonra dedim ki bu aleti alıcam ben, başka ofislerinizden mi bulursunuz, ne yaparsanız yapın benim buna çok ihtiyacım var dedim. Öbür dükkanda 5 tane olduğundan bahsetti manager. Tamam dedim getirtin. Yapamazlarmış efendim. Nerede bu ofis dedim. 10 dakikalık yoldaymış, tamam dedim giderim ama o ofis kapanırsa bu arada yakarım dedim binayı. Pyromaniac misali bir tavrım da yok değildi hani. Adam hemen telefona sarıldı orayı ararken ben arabadaydım zaten.

Trilyonluk epson u aldım sonunda. Bilgisayara bagladım, telefon hattına bagladım artık faxımız da olmuş oldu. Print dedim. Zart diye bastı. Gittim uyudum sonra.

Thursday 26 March 2009

Kış Git

2-3 gün güneş yüzünü gösterdi diye açtım ağzımı "Bahar geldi" diyecek oldum, önce -10'u dayadı, 3 gündür de kar yağıyor. Ofiste nefret toplamış durumdayım.

Monday 9 March 2009

HaberTurk Gazetesi

Elimden geldiğince Türkiye'deki, Avustralya'daki ve dünyadaki belli başlı gazeteleri günlük olarak takip etmeye çalışıyorum.  Bugün de Haberturk internet sitesini açıp, Fatih Altaylı'nın yazısını okumaya başladım. Yazının yarısından sonra, "Fatih Altaylı'nın yazısının tamamı Gazete HaberTurk'te" yazıyor. 
Hadi yurtdışındaki insanları geçtim.  Haberturk pazarlama departmanı ya da yöneticileri, herneyse, gerçekten Fatih Altaylı'nın 15 yaşındayken babasından araba kaçırma hikayesini okumak için kalkıp bayiden gazeteyi alacağını mı düşünüyor acaba Türkiye'deki insanların. Eğer buna gerçekten inanıyorlarsa, o fikrin çıktığı masanın etrafında olmayı gerçekten çok isterdim.
Bu arada gazetelerin internet siteleri, internet sitesi gibi olmak zorunda diye birsey mi var.  Gerçek gazete şeklinde siteye upload edilse, sayfalarını cevirerek baksak, reklamların ulaşılabilirliğini artırıp gelirlerini artırsalar, biz okudugumuz yazarı alışık olduğumuz köşesinden alışık oldugumuz layoutla okusak fena mı olur. 
 

Friday 6 March 2009

Self Esteem

Şu an TV'de Offspring'in Self Esteem şarkısı çalıyor. VJ bayan, - ki programın adı Old School, dikkat - şarkının 1994 senesinden olduğunu söyledi.

Bir dakika ya... Bu şarkıya Black Line'da pogo yapalı 15 SENE mi olmuş? Nasıl yanı? 15 sene! E yuh!

Daha dün gibi oysa. Rage Against the Machine'ler, Soundgarden'lar, Nirvana'lara hoplayıp zıpladığımız geceler. Nicky's, Black Line (ismi doğru mu hatırlıyorum hahah), Jailhouse, ne o berbat yerin adı, işte oralarda geçirdiğimiz geceler. Koray'ın beni bardan dışarı fırlattığı, benim sivil memura diklendiğim, Memo'nun arabasında içtiğimiz geceler. Ulan be!

Yalnız şimdi Motörhead takip etti ki, o üzdü biraz. Dur kanalı değiştireyim, sonra da gidip eşyalarımı toplayayım. Anavatan bekler.

Tuesday 3 March 2009

Yaratıcı Rus Parkları 1

Arabamı kıçının sığdığı yere koyarım, kaldırımı işgal etmem ya da yanımdaki arabanın çıkmak için 50 hamle yapmak zorunda kalması umrumda olmaz parkı

Monday 2 March 2009

Köpekler

İrkutsk'ta anlaştığımız seyahat acentasından bizi karşıladılar ve o gece konaklayacağımız Baykal Gölü kıyısındaki Listvyanka'ya götürdüler. Yaklaşık bir saat yolculuktan sonra vardığımız bu şirin köyde eşyalarımızı ahşap otelimize bırakıp günün atraksiyonu olan köpeklerle kızak olayına girmek üzere yollandık.

Köpekle kızak konusu, bizim için buralara gelme fikrini oluşturan temel faktörlerden biri. Dedik ki şu kışın en aşırısını görelim, ilgili aktivite de ne varsa yapalım. Fikir buydu. Ama ben bizzat kendim kızak kullanacağımdan habersizdim. Sema biliyormuş, ama ben sanıyorum ki oturacağım kızağa, çekecekler. Yok kardeş öyle değilmiş. Şimdi psikolojikman buna hazır olmamayı geçiyorum, 76 saat tren yolculuğundan yeni gelmişim, pelte gibiyim, fiziksel olarak da hazır değilim. Bir de -30'da rüzgar yiyip üşümeyelim diye Everest montunun altına polar vs giyinip kuşanmışım. Fiziksel aktiviteden olabildiğince uzağım yani.

Adam başlamaz mı anlatmaya alet böyle durur, böyle döner falan diye. Ben işin sonunun kötü olacağını gördüm hemen ama renk vermedim. Sema ve ben yedişer köpeğin çektiği ayrı kızaklardayız. Olayın uzmanı kızakta önde oturuyor, sana şunu yap bunu yap diyor, sen arkada ayakta kontroldesin. Problem ise köpeklerle başlıyor ve köpeklerle bitiyor. Arkadaşım, daha acar, daha deliyürek hayvanlar olabilir mi bilmiyorum. Bu hayvanların kayattaki amacı deli gibi koşmak suretiyle kızağı ufuğa kadar çekmek. Hayattaki amaçları bu. Kızak için köpek seçerken herifler nasıl bir kıyamet koptu anlatamam. Ben koşacağım diyor hepsi.

Şimdi durum böyle olunca, koşmaya başladığı andan itibaren bunları durdurmak bir mesele. Ben arkada kızağın uzantılarına basıyorum serbest olarak. Aracın tek fren mekanizması benim önümde ortada bir pedal. Pedalın altında kancalar var, basınca kara saplanıyor ve duruyorsun. Özünde basit ama köpeklerin hayattaki amacına ters. Sağa sola dönmek için de kolların ve vücudunla güç uygulayarak kızağı biraz yana yatırman gerekiyor. O nispeten kolay ama sürekli üst bacaklarda bir gerilim.

Parkurumuz çok şahane ormanlık bir patika yol. Bir saat kadar sürecek aktivitemiz. Sema'nın kızağı önden gidiyor, bizim itlerin bir de ona yetişmek gibi bir derdi oluştu ki durmak artık haram. Başta tatlı tatlı gidiyoruz, ulan olacak bu iş galiba diye de bir yanılsamaya kapılıyorum. Velakin daha ilk ciddi virajda kızak altımdan kayıp gitti. Düşüşte canım yanmadı hiç ama kızak durmuyor ki tekrar binebileyim. Önden arkadaki fren pedalına uzanmak çok zor olduğundan, köpekler de durdan hoptan anlamadığından ben kızağı yakalayana kadar 100 metre falan depar attım. Karda koşuyorum, üzerimde sıcağı kaybetmemek üzere giyilmiş kat üstüne kat var. Kızak duruyor, tam yetişeceğim itler bir 20 metre daha koşuyor. Kızağı yakaladığımda bitmiştim. Terlemiş ve tüm enerjimi tüketmiştim.

Hemen sonrasında bir de Sema'nın itleri arasında bir sıkıntı oldu. Sık sık durmaya başladılar önümüzde. Onlar durdukça biz de durmak zorundayız ama gel de bunu bizim itlere anlat. Pedala abanıyorum ama itler çektikçe çekiyor. Çok geçmeden bacaklarım titremeye, gözlerim kararmaya başladı. Daha yolun yarısına bile gelmemişiz. Çok da zevkli anasını satıyim ama öyle tükenmişim ki bırakayım kızağı da kurtulayım diye düşünüyorum. Sonunda bir noktada patikanın yanında birikmiş karların arasında bir miktar çabaladıktan sonra ben yoruldum biraz oturayım dedim de yer değiştirip yolun üçte birini falan oturarak gidip biraz dinlendim.

Sema uzadı gitti bu arada. Bir yandan acayip takdir ediyorum, öbür yandan soktuk bu işe ya o da benim gibi yorulduysa diye endişeleniyorum. Varışa kısa bir mesafe kaldığını tahmin ettiğim bir noktada yine kontrole geçtim. Herif otururken bir şey kalmadı sadece 15 dakika demez mi. Oracıkta öleceğimi sandım. Velakin nasılsa dönmeyi başardık bir şekilde. Kızaktan kulubeye yürürken bacaklarımın bağı çözülecek ve yere düşeceğim sandım. Domuz gibi de terlemiştim.

Sema bütün neşesiyle karşıladı beni. Çok eğlenmişti. Benimse tatilin kalanında vücudumdaki kasların herbiri ayrı ayrı ağrıyacaktı.

Sunday 1 March 2009

Gece

Bazen geceleri, Tazmanya ve Avustralya'yı ayıran boğazın bitmek bilmez nefreti, dinmez rüzgarı ve arkası kesilmez dalgaları yerini bambaşka bir dünyaya bırakıyor. İşte o zamanlar, doğa koşullarının daha rahatladığı, güney kutbuna çok yakın olduğumuzu unuttuğumuz o zamanlar, burada olmanın bence en güzel avantajından faydalanıyoruz. O da deniz kenarına gitmek. Geceleri inanılmaz güzel oluyor. Bass denizini böyle durgun görmek çok sık birşey değil tabi. Bunu hepimiz kutluyoruz. Gece ışığa gelen böcekleri avlayan martılar bile. Kendorun ters duran ayının önünde dans eden martılar bir geceliğine istediklerini yapıyorlar. Ta ki Bass denizi tüm kıskançlığının hıncını almak için deliler gibi kabarana kadar.