Sunday 12 April 2009

Şehir merkezinde ufak bir haftasonu gezintisi

Melbourne ün içinde neredeyse yüzlerce irili ufaklı alışveriş merkezleri var. Genellikle benim hoşlanmadığım bu gibi yerlerden bir tanesi gerek tarihi gerekse mimarisi yüzünden sevgimi kazanmış durumda. Ben de sizle bunu paylaşmak istedim. 
Bu fotosunu gördüğünüz bina bir Shot Tower. 1890 senesinde bitirilmiş. Amaç saçma üretmek. Hani şu silahlar için olan. Neyse 1973 de bayağı yıpranan binayı yenilemişler ve üzerini 85 metrelik camdan bir kubbe ile örtmüşler. Bu kubbe ile örtme işlemi bana sorarsanız bu binanın bulunduğu değerli arazinin alışveriş merkezine çevrilebilmesi için verilmiş bir rüşvet. Bu binanın altında da 4 katlı bir alışveriş merkezi var ve her kat bu gördüğünüz atrium a ( bu atrium u doğru mu kullandım bilemiyorum) bir şekilde açılıyor. Yani illa alışverişe gideceksem buraya gelirim diyor size biraz da teknik bilgiler vermek istiyorum.
Shot tower da üretilen saçmanın çapı, kulenin boyu ile doğru orantılı. Bunu açıklayabilmem için size prosedürü anlatayım hemen. Kulenin en üstünde kurşun eritilir. Bu eriyik belirli bir çapı olan delikli bir süzgeçten süzülerek serbest düşüşe başlar. Yolculuk, içinde soğuk su olan bir kapta sonlanır. Sonuç: süzgecin deliklerinden ancak geçebilecek büyüklükte saçmalar. Eğer battal boy bir kanguru öldürmek için daha büyük bir saçmaya ihtiyacınız varsa, size daha uzun bir kule yapmanızı öneririm yoksa havadan düşen saçmanın donmak için gerekli süresi olmaz.

Burası da Melbourne City Town Hall. Bu binayı da 1851 de yapmaya başlamışlar. Ama içinde bulunduğumuz eyalet olan Victoria da altın çıktığı haberi ile başlayan göç ve arbede de binayı unutup gitmişler. Ancak 1870 lerde şanlı bir balo ile açılabilmiş. Bence çok güzel bir bina ve belediye hala içinde işlev görüyor. Temel taşlarını daha dayanıklı taşlarla da değiştirmeyi ihmal etmemişler. Şehirle ilgili birçok organizasyonun kalbi, duyurulduğu yer ve hatta komedi festivalininde kısmi evsahipliğini yapan bu binaya 10 üzerinden 9 veriyorum. 

Eveet geldik tren istasyonuna. 1854 de tamamlanmış bu tren istasyonu şehrin tarihi sembollerinden bir tanesi haline gelmiş durumda. Bir kere girdim içine. Madem sembol 10 kere gir derler adama. Yok illa motorla gitcem gideceğim yere. Bu arada bir sonraki yazımı tamamen spektaküler motor kazama ayıracağım. Endişeye gerek yok bana bişi olmadi. Motorum ama, hasar gördü bayağı. Neyse konuyu dağıtmayalım. I will meet you under the clocks, Melbourne lülerin bir zamanlar çok kullndığı bir kelime imiş ve bu istasyonun resimde görülen ana girişindeki saatin önünde buluşalım anlamında kullanılırmış.
Şimdi tabi öyle under the clock falan yok. 
Ben seviyorum bu binayı. Zaten sevmesem niye koyayım buraya. Sarı bir rengi var ve şehir için çok önemli üç unsurun kesiştiği noktada yer alıyor: Yarra nehri, Federation meydanı ve St Paul katedrali. Bence şehri bir arada tutan kilit bir yapı hem mimari hem de sosyal açıdan.

Bu da bahsi geçen St Paul katedrali. Hakettiği ilgiyi hem turistlerden hem de sokakta yaşayanlardan görüyor. Sanki bir tek Melbourne lüler ilgi göstermiyor gibi havası bende bu binanın. Kolonileşme sırasında İngiliz Anglikan kilisesine en güzel yerler verilmiş. Bu da güzel bir örnek. Bence de şehrin en güzel yerlerinden birinde bulunan bu kilise 1835 lerde falan çok daha küçük çapta başka bir bina ile hizmet veriyormuş fakat sonra Melbourne ün büyümesiyle beraber 1885 lerde şu an gördüğümüz bina inşa edilmeye başlanmış. Daha sonra inşa edilen Federasyon meydanı biraz da olsa ihtişamından alıp götürmüş ama hala yerli yerinde duran bu bina bana hep ne kadar allahsız olduğumu hatırlatacak.

Kısaca 150 yıllık bir şehirde yaşıyoruz işte. Modern binalar ve modern yerlere daha sonra değineceğim. Ama bir sonraki yazımı nadya komenaçi hareketleriyle (Kendor un tavsiri) süslediğim motor kazasına ayıracağım. 

1 comment:

Umut B said...

ne nezih, ne guzel yerler
icim acildi valla